Antik Çağda adı “Agrilia” olan Alaçatı, Batı Anadolu tarihinde “İonia” diye adlandırılan, İzmir’in
güneyinden başlayıp Menderes Irmağına kadar uzanan bölgenin tam merkezinde yer alır.
Erken Osmanlı tarihinde Alaçatı’ya kaynaklarda bir “Yaya-Müsellem” köyü olarak rastlıyoruz; yani fetihlerin
genişlemesiyle, fethedilen yerlere iskanlarla nüfus ve asker sayısı artınca 1361 de kurulan ordu
teşkilatının bir parçası : “Yaya” (piyade) ve “Müsellem” (süvari) köyü… Beldemiz adını da işte bu yıllarda
yerleşen “Alacaat Aşireti”nden alıyor. 1830 larda Bölgenin ayanı Hacı Memiş Ağa – ki bugün adı Alaçatı’nın
bir mahallesinde yaşamaktadır- depremlerle sarsılan Sakız Adasında yoksullaşan Rum nüfusu çeşitli işlerde
çalışmak üzere bölgeye “davet eder”, böylece yalnız Alaçatı değil, Çeşme, Karaburun ve Urla’nın da kaderi
değişmeye başlar. Yerli nüfus “harpte savaşırken” Rum gençleri bağlarda, zeytinliklerde yardımcı olmaya
başlarlar.
Bu arada güneyi bataklık olan Alacaat köyünde halk sıtmayla da savaşmaktadır, bataklığı kurutmak üzere
Alaçatı Limanına bir kanal açılmasına karar verilir. Kanal inşaatında çalışmak üzere gelen Rum işçilere
büyük toprak sahibi Türkler tarlalarını “imar” edip işlemeleri koşulu ile verirler. Yeni köy de denizden
birkaç kilometre içeride kurulur, bugün Alaçatı’nın birer birer restore edilmekte olan taş evlerinin çoğu
1850- 1890 yılları arasında inşa edilmiştir.
19. yüzyıl sonunda artık “Alatzata” köyü (Rumlar “Alacaat”ı “Alaztata” yapmışlardır) özellikle bağları ve
şarabı ile önemli bir üretim ve ticaret merkezi haline gelmiştir. Çoğu Rum olan nüfus 12.000 e ulaşmıştır.
1873 te Alaçatı’da Belediye Teşkilatı kurulmuştur.
1912 Balkan Savaşıyla Alaçatı’nın kaderi bir kez daha değişir. Balkanlardan kaçan göçmenlerin gelmesiyle
Rumlar arasında panik ve göç başlar. 1919 da İzmir’in işgaliyle birlikte, Alaçatı’ya göçmüş olan Balkan
göçmenleri bu sefer de Anadolu’nun içlerine doğru göçmeye başlarlar, bu süreç Kurtuluş Savaşının bitiminde
Alaçatı’ya tekrar dönmeleriyle sonlanır.
Böylece Balkan Savaşı yıllarında Alaçatı’ya Kosova ‘dan ve Bosna’dan gelen Arnavut ve Boşnak göçmenlere
Selanik (Karaferya’lılar), Kavala (Kınalı ve Karacaova’lılar), Girit ve İstanköy’den gelen mübadiller de
eklenir ve Alaçatı nüfusu 10 yıl gibi kısa bir sürede tamamen değişmiş olur.
Picasso gibi resim yapamazsınız. Onun kendine özgü bir dili vardır, anlatım şekli
vardır, resimleri özgündür. Mimarinin de takliti olmaz, Alaçatı evlerinde olduğu gibi.
Erythrai Antik Kenti’nin tarihi ile düşünülebilir Alaçatı’nın tarihçesi. Kendine özgü güneye bakan bir
limanı olduğu için tarihte büyük önem kazanmıştır. Alaçatı Limanı, Çeşme Yarımadası’nın güneydeki en güvenli
limanlardan biridir. Tarihi M.Ö. 3000’lere kadar uzanır. Ama Alaçatı’nın bu günkü dokusuna sahip olması,
1800 yılların başına rastlar. Bunun nedeni ise 1800’lü yılların başında Alaçatı’da ekonomik gelişmenin hız
kazanmasıdır. Peki bu gelişme nasıl başlamıştır? 1800’lü yılların başında Avrupa’da üzüm bağlarında görülen
filoksera (üzüm bağlarının kökünde görülen kurtçuk) hastalığının, bütün üzüm bağlarını verimsiz hale
getirmesi ile beraber, Avrupa’nın üzüm ve şarap ihtiyacına cevap veren bütün limanlar değerlendirilir. Bu
limanlardan bir tanesi de, Alaçatı Limanı’dır. 1830’lardan sonra bölgenin verimli topraklarında yetişen
hastalıksız, kaliteli üzüm ve şaraplar, Alaçatı Limanı’ndan dünyaya açılır. Sonuç olarak o dönemde
Alaçatı’nın ekonomisinin gelişmesindeki en önemli etken, bağcılık, buna bağlı olarak şarap üretimi, aynı
zamanda zeytincilik ve zeytin yağı üretimi gösterilebilir. Bu etkenlerle paralel olarak limanı dolayısıyla
da ağırlıklı ticaret, Alaçatı’nın ekonomik gelişmesine katkı getirir.
Alaçatı’daki artı değerlerin oluşması, binaların güzelleşmesini, mobilyaların kaliteleşmesini sağlar.
1878-1881 senesinde Alaçatı’da iki büyük deprem yaşanır. Çeşme ve Alaçatı evleri yüzde 80-90 hasar görür.
Şimdi Alaçatı’da gördüğümüz mevcut olan evlerin yapımı, bu deprem sonrası döneme tekabül eder. Deprem
sonrası evler restore edilir, yeni sokaklar açılır, kent tümüyle imar görür.
Evlerin önü kente, arkası tarlaya bakar
Alaçatı evlerini tarif ederken öncelikle yaşam şeklinin, yapı içerisine, mekana nasıl yansıdığını ve yapı
malzemelerinin nasıl kullanıldığını belirtmemiz gerekiyor. Alaçatı’daki dokunun oluşumu tamamen üretim
şeklinin kent yaşamına aktarılmasıyla oluşmuştur. Alaçatı’da ana caddeler üzerinde evler, o evlerin
arkasında büyük bahçeler ve avlular bulunmaktadır. Onların arkasında ise tarlalar vardır. Evlerin ön cephesi
sokağa ve kente, arka tarafı bahçelere ve tarlalara dönüktür.
Alaçatı bölgesinde bulunan taş ocaklarından çıkartılan, bölgeye dokusunu veren taşlar Alaçatı’nın kendi
yöresel taşıdır. Kolaylıkla elde edilmesi ve nakliyesinin ucuz olması nedeniyle Alaçatı’da ev ve mekan
yapımlarında bu taşlar kullanılmıştır. Hem volkanik hem de tortulu ve gözenekli bir yapıya sahip olan taş,
kolay işlenebilir özelliğinden dolayı yapı işlerinde sıkça kullanılmıştır. Taşın bir diğer özelliği ise, nem
ayarlayıcı ve ısıyı tutma özelliğine sahip olmasıdır. Bir nevi havadaki nemin ayarını yapabilen taş, fazla
olduğu zamanlarda nemi tutar, kuru havalarda ise dışarıya salar. 50 veya 60 santimetre kalınlığındaki bir
taş duvar, ciddi bir ısı yalıtımı yapar. Bu tür taş yapılar kış aylarında soğuk havayı içeri almazken, yaz
aylarında ise mekan içini serin tutar. Bu nedenle taşın verdiği doku, bölgenin geneline hakimdir. Sonraki
zamanlarda varlıklı ailelerin evlerinin dışında sıva görülür. Genelde çatı üstleri alaturka kiremitle
örtülmüştür. Pencere ve kapı etraflarına söveler yapılmıştır. Az da olsa tavan ve duvar süslemeleri görülür.
Alaçatı evlerinin taşıyıcı sistemlerinde kestane, mazı ve selvi ağaçları tercih edilmiştir. Pencere ve kapı
doğramalarında ve kaplamalarında çam kereste kullanılmıştır. Bunların içerisinde çok detaylı işlemeler
olduğu gibi; sade, yalın ve gösterişli olmayan işlemeler de kullanılmıştır. Alaçatı evlerini Akdeniz
mimarisinin özgün bir birimi olarak değerlendirebiliriz.
Cumbalar Akdenizlidir
Evlerin zemin katında tarımsal üretimin de getirdiği etkenlerle geniş avlular, depolar ve hayvan damları
bulunur. Birinci katlarında ise baş oda, yani misafir ağırlama odası ve yatak odaları vardır. Mekan dışında
düşünülen tuvaletler, terasta veya bahçelerde bulunur. Türklerin Alaçatı’ya yerleşmesiyle beraber tuvaletler
tadilat yapılarak, mekan içerisine alınmıştır. Mutfak işliğinde ise küçük teraslara sıkça rastlanmaktadır.
Alaçatı evlerinin giriş bölümünde bulunan büyük kemerli kapılar, at arabalarının ve hayvanların kolaylıkla
bahçeye girmesini sağlar. Hemen çoğu binanın giriş duvarlarında bu kemerleri görebiliriz. Alaçatı
evlerindeki cumbalar, karakteristik Akdeniz mimarisinde görmeye alıştığımız cumbalardır. Binaların
üzerindeki taş tablet üzerine yazılmış yazılar, o binanın hangi tarihte ve kim tarafından yapıldığını
gösterir.
Özgünlük Bölgesidir
Son zamanlarda, özellikle 2000 senesinden sonra Alaçatı’ya olağanüstü bir rağbet başladı. Bu durumla beraber
turizm çerçevesi içerisinde yapılaşma ihtiyacı doğdu. Alaçatı’nın dış mahallelerinde Alaçatı evlerinden
öykünerek yapılmış, Alaçatı dokusu ve mimarisi ile çok fazla örtüşmeyen yapılar inşa edildi. Mimarinin de
sanat yapıtındaki gibi taklidi olmaz. Picasso gibi resim yapamazsınız. Picasso’nun kendine özgü bir dili
vardır, anlatım şekli vardır, resimleri kendine özgüdür. Alaçatı evi, kendine özgüdür. Özgünlük bölgeseldir.
Her çağın, her yaşam şeklinin, her üretim ilişkisinin mekana yansıması, malzemesiyle, teknolojisiyle,
estetiği ile farklı olması gerekir. Öykünme ve taklitçilik olumsuz durumlara sebebiyet verir.
Eskinin şirin köyü, gözde turizm merkezi oldu
Eskinin şirin Ege köyü, bugün elit turizm mekanına dönüştü. Bu dönüşüm beraberinde hem olumlu hem olumsuz
etkileri getirdi. Bu gelişmelerin olmasının faydalı yanı, beraberinde bir çok yenileme, restorasyon,
düzenleme gibi çalışmalara neden oldu. Turizmle beraber yapılan yenilenmeler, mekanların doğru kullanıldığı
taktirde gelecek nesillere aktarılmasını sağlayacaktır. Yerel halkın kentin içinde kalması, bulunduğu yerde
yaşaması çok önemli bir olgudur. Yerel halk orada yaşadığı sürece doğal yapı ve Alaçatı kültürü de canlı
kalmaya devam edecektir. Alaçatı’yı bugüne getiren üretim ilişkilerinin, bundan sonra da turizm ağırlıklı
üretim şekli ile yeni bir noktaya ulaştırması kaçınılmaz bir gerçektir. Önemli olan bu durumu olumlu bir
hale dönüştürmektir. Mevcut turizm yaz sezonundan 12 aya yayıldığında, bu durum mekana da yansıyacaktır.
İşletmelerin tiyatro dekoru gibi geçici mimari elemanlarla dokuya girmesi başka, 365 gün sürekli yaşayan
mimari detaylarla kalıcı olması başkadır.